Aykut’tan Rastgele #11- Jack London, Werner Herzog, Selçuk Altun, Ince Memed, Teoman…

Yaz gecesi parıldıyordu; tarlada ateşböcekleri ışıldıyordu.
Ve böyle şeyleri anlayanlar için yıldızlar mesajlar gönderiyordu:
Doğduğun köyü terk edeceksin
ve başka bir ülkede çok zengin, çok güçlü olacaksın,
fakat her zaman geride bıraktığın bir şeyi özleyeceksin,
ne olduğunu söyleyemesen de,
ve sonunda onu aramak için geri döneceksin. (Louise Glück, MidSummer)

97- Sonunda çooook uzun zamandır heybemde bulunan bir kitabı okudum/dinledim. Jack London’ın Türkiye dışında başka bir yerde bu kadar meşhur olmayan kitabı “Martin Eden’i” – neden bizim ülkemizde bu kadar çok biliniyor ve her zaman çok satanlar içinde diye düşünürken tabii ki kendimi yeniden bir “rabbit hole” mahpus eyledim 🙂

98- Eğer Jack London’ı merak edip hayatını, kitaplarını ve özellikle Martin Eden analizini izlemek isterseniz ilk başta bu videoyu (Levent Cinemre Martin Eden’i Türkiye’de geniş kitlelerle buluşmasını sağlayan çevirmen) izleyin. Sonra kitaba dalın derim. Martin Eden, her yaratıcı, girişimci ya da farklı şeyler yapmak isteyen insan için mutlaka okunmalı/dinlenmeli.

99- Sonra Selçuk Altun hocamla konuşurken, bana yeni bir kitap yazdığını belirtti. (Aramızda kalsin, kimse duymasın, bu blog’u okuyanlar dışında:) – Sonrasında da Werner Herzog’u duydun mu Aykut dedi? Dedim hocam biyografisini aldım ama okuyamadım, sen oku onu konuşalım dedi. Tamam dedim, biyografiye devam ettim.

100- Sonra bana Herzog’un Fitzcarraldo (1982) filmini izledin mi dedi? Yok dedim ve aynı gün izledim. Acayip bir film, Biz Fatih Sultan Mehmet’in torunları olarak zaten alışığız karadan gemi yürütmeye ama Peru Amazonu’nda yerlilerle, ormana Opera getirmek isteyen “deli” bir adamın nasıl karadan gemi yürüttüğünü anlatan bir şahaser.

101- Sonra ben Werner Herzog hastalığına tutuldum. Ne var ne yoksa hakkında izledim, okumaya başladım. İzlediğim diğer bir filmi ise Aguirre, the Wrath of God (1972) – eleştirmenlere göre en başarılı filmi. Bu da tam anlamıyla “mind fuck” derecesinde bir film, anlatılmaz, izlenir.

102- Herzog aynı zamanda acayip bir belgesel yönetmeni. İzlediğim belgesellerinden birkaçı: Grizzly Man (2005), Happy People: A Year in the Taiga (2010), Tüm Filmleri ve Belgesellerini buradan görebilirsiniz. Aynı zamanda opera yazan/yöneten, oyuncu, yazar… daha neler neler… Sanırım anlıyorum nasıl bir karakterden etkilenecek Selçuk hocam.

103- Sonra geçen sayıda Erje Ayden’i okuduğumu söyleyince bana sağolsun Erje Ayden’in ölümünden sonra Selçuk hocaya teslim edilmek üzere gönderilen notlarından oluşturulan bir nevi biyografik bir romanı bana hem de adresime kendi elleriyle postaladı. Üsküdar’daki Teyzemiz. Kitabın hikayesi ve konusu için buradan detaylı bilgi ( Beat Kuşağı’nın tek Türk temsilcisi bir ajan mıydı?) edinebilirsiniz. Erje Ayden, nedense belki de yeni okuduğumdan dolayı mı olabilir bana Martin Eden’in kitap yazmak için çektiği çileler, yaşadığı her türlü rezilliklerden dolayi birbirine benzer hayatlar yaşadıklarını hissettirdi.

104- İnce Memed, İnce Memed…

Ne diyeyim ki… Ne söyleyeyim sizlere.

Neden bunca zaman bekledim, neden okuyamadım bilemiyorum ama. İnce Memed 2’yi bitirdim, 1’den sonra yağ gibi aktı. 3’ü de bitirmeye, okumaya kıyamıyorum. Sanki bir daha elinize denk gelmeyecek bir nadide parfüm gibi koklayıp, sıkmaya çekiniyorum. Her gün en fazla 10 sayfa okuyup bırakıyorum.

Ince Memed’i tek geçerim, gelmiş geçmiş beni: “tamam abicim bu kitap için Türkçe öğrenilir” dedirtecek bir kitap.

105- Orhan Pamuk’a sonunda şans verdim, Storytel’den çooook uzun sürse de (1.5x ile dinledim) sonunda Masumiyet Müzesi’ni bitirdim. Yani müzeyi çok merak ediyorum, inşallah en kısa zamanda Osman ile ziyaret edeceğiz. Kitapta geçen aşka saygı duymakla beraber iyiki 20’li yaşlarda okumamışım diyorum 🙂

106- Son olarak yeni bir Teoman röportajını size hediye ederek ayrılıyorum bu sayıdan. (Sayın Bay Rock Yıldızı kitabini da en kisa zamanda okumak istiyorum)

————-

Çok bereketli bir zaman geçirdim, 10. sayıdan bu yana fakat kısa tutmak için diğer okuduğum, gezdiğim ve izlediklerimi bu kadar zaman beklemeden en kısa zamanda paylaşmak dileğiyle.

37 oldum ve…

Evet, 37 olalı 1 ay geçti ama ancak yazabildim. Ha, yazmak istiyor muydum, çok değil.

Sonra, anı olsun, bana ve 1-2 kişiye belki faydası olur diye yazıyorum.

Bu yazıyı newsletter okuyucularına göndermeyeceğim, kendi kendine keşfedenler okusun 🙂

37 olunca tabii bir tweet attım:

Bu şekilde ve o gün bugündür düşünüyorum, nedir yeni hayaller diye?

Tabii, yeni hayallere gelmeden önce, peki Aykut, 37 yaşına gelene kadar ne hayallerin vardı?

Ben pek hayal kurmayı sevmem. Daha doğrusu aslında “realist dreamer’ım” derim kendi kendime. Bu ne demek?

Yani yapabileceğim şeyleri aklımda geçirip dururum, sonra an ve zaman gelince direkt “execute” ederim. Aklımda kalacağına, yaparım.

Her türlü olur benim istediklerim, dedim ya ben realist dreamer’ım. O yüzden olmayacak şey aklıma pek gelmez. Ama bir şeyleri yapa yapa da aslında her şeyi yapabileceğim özgüvenine de varmış bulunuyorum. Bu, biraz 2020 sonu ve 2022 sonlarına kadar burada her gün hiç aksatmadan blog yazdığım zamandan sonra iyice ortaya çıktı.

Aslında yeni bir duygu, bende yeni yeni alışmaya çalışıyorum. Dedim ya, hayallerimin hepsi gerçekleşti.

San Francisco’ya yerleşeyim, şirket kurayım, ev alayım, aile kurayım, çocuğum olsun, global bir işim olsun, dünyanın her yerinde dostlarım/iş yaptığım insanlar olsun, gezip dolaşmak için fırsatlarım olsun, yeni mekan ve tecrübeleri denemek için enerjim ve imkanım olsun, sağlığım yerinde olsun ve yeterince vaktim olsun kitap ve sanat aktiviteleri için…

Genel olarak da çok büyük şeyler istememişim gibi geldi şimdi bunları yazınca. Yani tabii ki yetiştiğim ortam, ülke ve şartlar için belki bu yazdıklarım insanların 4-5 ömürde yaşamadıkları şeyler ama benim için her zaman yapılacak şeylerdi. Ve oldu.

Eee peki bundan sonra?

Bundan sonra daha az gürültülü, parıltılı bir hayat diliyorum kendime ve etrafımdakilere. Bu ne demek? Kontrollü stres ve huzurlu olmak.

Yani toplumun, ailelerimizin ya da neyse, adları başka sebepler yüzünden yapmak ve gerçekleştirmek zorunda olduğum(uz) şeyler bitsin. Ve yaşımız yolun yarısı mı, ya da neyse, geri kalanını üreterek ama kendimizi gerektiği kadar yorarak, anları ve yaşadıklarımızı hissederek geçirmek.

Halen bir hedef bekliyorsunuz değil mi?

Hedef tam anlamıyla “Yeni Aykut” diyebileceğimiz bir zihin berraklığı ve rahatlığı. Fiziksel olarak zinde bir beden ve gelecek korkusu yaşamamak için biriktirilmiş bir tecrübe, hayat standartları.

Bu kadar.


Bu yazı bir anda ortaya çıkan ama çoooooook uzun bir zihin yolculuğu ve yaşanmışlıklar etkisi altında yazılmıştır. Beni etkileyen temel yazı, müzik vb. şeylerin listesi aşağıdadır:

– Ne istediğini iyi bil, ne istediğini iyi bil. Belki istediğini bildiğin şey senin için hiçte iyi değildir. Ezhel Iyi Bil

Life is a Single-player Game , Naval Ravikant

Pyschology of Money, Morgan Housel

-Silence , Erling Kagge

Simyaci, Paulo Coelho

Okudugum onlarca biyografiler

Aykut’tan Rastgele #10 – Botero, Agota Kristof, Erje Ayden, Tezer Özlü, Avni Arbaş, Jack Nicholson…

85- “Bayılırım şu düzenli dünyaya, Kışı yazı Baharı güzü, Gecesi gündüzü sırayla.” – Melih Cevdet

86- Botero’yu keşfettim yakın zamanda. Tabi ben keşfettiğimde kendisini kaybedeli nerdeyse bir yıl olmuş. Hakikaten kendi tarzı ile var olan Amerika’daki göçmenlerden biri. Kolombiya’dan çıkıp Amerika’ya gelip buradan sıkılıp, Avrupa’da takılıp sonrasında da tüm dünyada fenomen hale gelmiş bir ressam. İlk çıkışı 1959’da Post-Modern Mona Lisa ile olmuştu. Botero diyor ki:

“Kolombiya’da herkes komşusundan, arkadaşından daha iyi bir ressam olmaya çalışıyordu, ben işte dünyadaki herkesten daha iyi olmaya çalışıyordum.”

87- Botero gibi kendine has bir fotoğraf sanatçısı olan Ara Güler’in Uğur Yücel’in gönlünden dinledim. Uğur Yücel diyor ki Ara Güler’in İstanbul resimlerinde bir büyük keder var. Eksik olmasın diyeceğimiz bir insandı diyor Ara abisi için. Bir de kendi hayatında merak ve şüphenin nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Bir göz atın.

88- Agota Kristof’un üçlemesini bitirdim 2 hafta önce. Bu kitabı sanırım herkes Serkan Keskin’in Melikşah ile olan muhabbetinden biliyor. Bana da bir arkadaşım ve bu blogun takipçisi geçen ay söyledi. Ve ilk başta Nilay Örnek’le Serkan Keskin’in podcastini dinlememi sonra da kitabı okumamı istedi. Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk kısmı çok iyiydi, 2. kısmı biraz karışık, 3’üncü kısmın son 20-30 sayfası çok baş döndürücü. Sonradan öğrendiği Fransızca ile yazdığı kitabın İngilizce çevirisi bana çok yalın ve temiz geldi. Yoksa 480 sayfa kurgu kitabı sayfa atlamadan okuyacak biri değilim. Bu sayının sonunda başka bir uzun kitabı da size anlatacağım.

89- Erje Ayden’i keşfettim. Sağ olsun Selçuk Altun’un Kitap İçin serileri birer hazine. Onu etkileyen yazarlar ve kitaplardan parçaları yayınladığı aylık yazıları kitap haline getirdi son 20 yilda. Ben de arada sıkıldıkça Kitap İçin’i karıştırıp yazar, şair ve ressam buluyorum.

90- Erje Ayden ilginç bir karakter. 20’li yaşlarda (1955) Amerika’ya gidip, Amerika’da De Konning, Seymour Krim, Frank O’Hara gibi döneminin ünlü entelektüelleri ile düşüp kalkmış bir Türk yazar. Ailesi Cumhuriyet dönemi yöneticilerinden. Bunalmış, kendini Amerika’ya atmış bir daha da dönmemiş Türkiye’ye. Zamanında kitapları milyonlar basmış Amerika’da. Ben “Confessions of a Nowaday Child” ile başladım Erje Ayden hikayeme. Bir nevi kişisel hayat hikayesini romanlaştırmış. İngilizceyi sonradan öğrenip bu kadar etkili fakat da dertli bir göçmen hikayesi hakikaten beni şiddetli bir şekilde vurdu.

91- Viktor Frankl gençlere sıkıntı lazım diyor, dediği zaman da 1979- O zamanları çok rahat ve gençleri şımarttığını söylüyor. O zamanların gençleri, şimdilerin amcaları, teyzeleri de bu zamanki gençlere aynı şeyi söylüyor. Peki o zamanki gençler mi daha şımarık yoksa şimdikiler mi?

92- Tezer Özlü‘nün “Cold Nights of Childhood” (Turkcesi Çocukluğun Soğuk Geceleri 1980) kitabıyla karşılaştım. (WINNER OF THE 2023 NATIONAL BOOK CRITICS CIRCLE TRANSLATION PRIZE) Müthiş bir kişisel hikaye/roman. Sanırım 70-80’lerin en ilginç yer altı yazarlarından. Çok kısa ömrüne (42) onlarca evlilik, yurtdışı tecrübesi, akıl hastanesi ve çocuk yerleştirmiş.

93- Başka bir 1950 kuşaklarından Türk ressam’ı da Enis Batur’un bir kitabında adı geçmesi sayesinde keşfettim. Avni Arbaş. O da ilginç karakter 30’lu yaşların ortasında Paris’e yerleşip 30 sene kalıp, hayatta tek istediği şey olan resim yapmaya çalışmış. Özellikle Kuvayi Milliye resimleri ile bilinen Avni Arbaş’ın bir resmini koleksiyonuma eklemeyi çok isterdim. Avni Arbaş’la yapılan bir röportajda diyor ki:

“Bedenen Türkiye’den ayrıydım ama zihinsel olarak buradaydım, kitaplar, mecmualar gelip gidiyordu arada. Müthiş bir nostalji vardı bende hasret” diyor.

94-Kendisi gibi de kızı bu sefer 30 yıl Amerika’da kalmış sonra orada bir Kızılderili asıllı bir oyuncu ile evlenmiş, torunu da ilk eşi gibi 35 yaşında kalp krizinden vefat eden oyuncu ve model Derya Arbaş.

95- Hayatımda ilk defa karşılaştığım, hiç duymadığım bir yazarın 600 sayfalık bir kitabını okudum. Hamdi Koç’un “Çıplak ve Yalnızlık” kitabı. Kendi kendime diyorum Aykut ne oldu oğlum yaşlandın mı ne iş? Bu kadar sayfa roman okunur mu?:)

Valla 1-2 aydır sosyal medyayi ve gerekli/gereksiz başka okumalarımı da azaltınca roman’a & şiir’e yer kalıyor. Kitap 10 sene önce çıkmış, hikaye surukleyici son 50 sayfadayim.

95- Film Önerileri

One Flew Over The Cuckoo’s Nest” (1975)- Tezer Özlü’nün akıl hastanesi sürecinde de izlediği bir film olduğundan listeme aldım. 5 Oscar’lı, Jack Nicholson’ı Jack Nicholson yapan film. Beni özellikle sonu çok etkiledi.

“On the Waterfront” (1954)- Elia Kazan’ın çektiği, Marlon Brando’yu Hollywood sahnesine kazandıran, zamanın iyi filmi- 8 Tane Oscar almış. Tabi şimdi izleyince biraz bazı yerler bayağı kaçıyor.

Beş Vakit” (2006)- Reha Erdem’in ilk izlediğim filmi. Hikaye bizim, hepimizin hikayesi. Bol ödüllü aynı zamanda.

96- Bu sayıyı bir şekilde hepimizin kulağının aşina olduğu ama kimin eserinin ve eserinin bilmediğim bir parçayı size hediye ediyorum. Dmitri Shostakovich’den – Waltz No. 2

Aykut’tan Rastgele #9- Charlie Chaplin, Byung-Chul Han, Tadaaki Kuwayama, Nabokov…

73- “Sen yine de unutma, her kuyu kendi yalnızlığını yaşar, her kuş kendi sesiyle karşılar sabahı.” – Gonca Özmen

74- Hayat sanki biraz Charlie Chaplin’in “Modern Times” hali gibi geldi bana. Her şeyi optimize etmeye çalışıyoruz, sonrasında da kafayı kırıp sistemin içinde kayboluyoruz. 1936’da bile bu film sahnesinde bu kadar optimize hallerin içinde insanlar bu kafalara geldilerse, bizim vay halimize.

75- Tam da bu konulara kafa yorarken, modern filozoflardan Byung-Chul Han’a denk geldim. Kendisi aslen Koreli olup, uzun yıllardır Almanya’da yaşayan bir düşünür. Ondan bir iki tane alıntı yapayım:

“Başarı odaklı toplumda, bireyler kendilerini sürekli olarak geliştirmeye ve optimize etmeye çalışır. Her birey kendi potansiyelinin girişimcisi haline gelir ve kendini bir proje olarak görür.”

“Neoliberal politikalar, bireyin özgürlüğünü ve kendini gerçekleştirme arzusunu sömürerek, onları kendi kendini sömüren bir özneye dönüştürür. Bu politikalar, bireyin özgürlük illüzyonu altında kendini sürekli olarak çalıştırmasına neden olur.”

76- İnce Memed serisine sonunda başladım. İlk kitap inanılmazdı. Kendime çok kızdım, bunca yıl neden bekledim diye.

77- Diğer uzun zamandır beklediğim okumadığım yazar ise Orhan Pamuk. Denemelerim oldu ama hiçbiri beni bir şekilde kucaklayamamıştı. Masumiyet Müzesi’ni dinliyorum.

78- Sonradan sahaf, koleksiyoncular koleksiyonlarını oluştursun diye işe başlayan – Librakons Sahaf’ın kurucusu, ticaret beklentisi olmayan, düşük tempoda ama çok para kazanan Mustafa Ekber diyor ki:

Para ile imana bir de kitabı katmak lazım. İyi kitabın (koleksiyoner anlamda) kimde olduğunu kimse bilmez.”

79- İki tane Japon Amerikalı ressamın hikayesini sizle paylaşmak istiyorum. İkisi de Amerika’ya geç yaşlarda gelmiş ve geri dönmemişler. Tadaaki Kuwayama ve Chiura Obata. Bu ay SFMOMA’da tanıştım kendileri ile. Tadaaki’nin çok ilginç eserleri 1960’ların medya ve mesajlarında sergilenirken, Obata’nın uzun süredir devam eden bir sergisi vardı. Haftaya bitecek bu sergiyi bitmeden görmek istedim.

80- Tadaaki Kuwayama, 26 yaşında (1952) gelip, eşiyle New York’ta bir loftta yaklaşık 60 sene boyunca minimalist sanat ve resimle ilgilenmiş. 2023’te 91 yaşında vefat eden bu ilginç ressam, bazen direkt resim malzemesini hiç dokunmadan sergiliyor. İzlediğim röportajında resimlerine neden bir isim vermemesinin sebebini de “resim sadece boya ve görsel değildir, aynı zamanda zihinseldir” diyor.

81-Chiura Obata ise Amerika’ya 18 yaşında (1903) gelip Yosemite Park ve Kaliforniya’ya aşık olmuş. 1920’ye kadar kalıp sonra Japonya’ya dönüp tekrar dayanamayarak geri gelmiş. UC Berkeley’de 1942 yılına kadar hocalık yapmış. Hikayenin acı tarafı, Amerika’da 2. Dünya Savaşı’nda Japon-Amerikalılara yapılan haksızlıktan nasibini almış. 1942-1945 yılları arasında toplama kamplarında sürgün hayatı yaşamış. Burada boş durmamış, halen resim dersi ve kurslarına devam etmiş.

82-Bu iki Japon hikayesi, bana ilginç uzun zamandır aklımda olan Amerika’ya geç yaşlarda gelmiş sanatçıları, ressamları, yazarları bir “immigrant story” olarak toplamak ve sergilemek isteğimi tetikledi. Ne zaman özellikle 20’li yaşlarda Amerika’ya gelmiş ve bir şeyler başarmış birisi görsem, acayip kendime yakın hissediyorum. Bu özellikle sanat dalında olunca daha da hoşuma gidiyor. Girişimcilik konusu biraz daha toleransı yüksek bir konu Amerika’da. Bir şirket kurup para kazanmak, görece başka bir dilde bir resim, müzik ya da kitap yazmaktan daha kolay.

83- Müzik ve resim gerçi daha da evrensel. En zoru ve en az gördüğümüz zaten kitap, özellikle hikaye, roman ve şiir yazmak. Çok fazla örneği maalesef yok. En meşhuru Vladimir Nabokov, o da geldiğinde zaten çok önemli bir yazarmış. Rusça yazmayı bırakmış Amerika’ya geldiğinde (1940), 41 yaşında.

84- John was trying to contact Aliens (2020) acayip bir hikaye. Ben bu şekilde kısa belgeselleri çok seviyorum. Netflix’te uzun zamandır böyle ilginç bir şeye denk gelmemiştim.

Aykut’tan Rastgele #8- Bolero, Mallorca, New York, London, Istanbul…

62-“Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz tablolar, dinleyip unuttuğumuz müzik ve yürüdüğümüz yollardan ibaretiz”- Sergio Pitol ( 1933-2018)

63-Maurice Ravel’in Bolero’sunu dinlemediyseniz çok şey kaçırmışsınız hayatta. Ben sanki bir şekilde aşina idim bu şahesere fakat bilinçli ve bilerek ilk defa dinledim yakın zaman önce.

64- Bolero’un ve Ravel’in hikayesini öğrenmek isterseniz Classics Explained kanalının bu videosunu tavsiye ederim.

65- Son Rastgele’den sonra Londra, Mallorca, Fethiye, İstanbul, New York, Paris ve Cannes’a gitmişiz. Şehir listesinden de anlaşılan baya ortaya karışık bir cümbüş havası. Londra bana çok iyi geliyor hep. Ailecek gezip göremediğimiz bir National History Museum oldu. Tabii ki benim kalabalık ortam sevmeyen hallerim sayesinde Pia ile 165 milyon yıllık Dinozor tarihini 15-20dk’a sığdırdık(m).

66- Mallorca’da çok anlatılacak bir şey yok. Fakat Soller şehri çok ilginç bir manzarayla karşıladı bizi. Her yer Kırmızı Beyaz Hilal bayrakları ile donatılmıştı. Bize bu kadar karşılama gerek yok derken, aslında o haftanın Soller şehrinin bir haçlı seferinde Müslüman ordularını yenmesinin kutlama haftasına denk geldiğimizi anladım. Fakat çok eğlenceliydi. Bu arada hayatımda yediğim en güzel Kalkan balığını da burada yediğimi eklemekten geçemeyeceğim.

67-Mallorca aynı zamanda dünya çapında ünlü Rafael Nadal’in memleketi. Her yerde Nadal okullarının reklamları bilboardları süslüyordu. Aynı zamanda Rafael Nadal’in böyle bir adada büyüyüp derin sudan korktuğunu fakat en sevdiği hobisinin tek başına uzun saatler balık tutmak olduğunu öğrendim. ( wikipedia çukuruna düşüp her şeyi detaylarına kadar okuyan var mı benim kadar emin değilim.)

68- New York çok iyiydi. Turks in Tech buluşmasını gerçekleştirdik yeniden. New York’a her gidişimde bana nedense bir Ankara havası veriyor. Belki yazlarının çok sıcak ve kışlarının çok soğuk olması. Ya da şehir hayatı, yürümenin en azından benim çocukluk Ankaram’da ki gibi olması halleri mi ki? (Seyranbağları-Kızılay-Tunalı)

69-Paris’te bu sefer’de Louvre müzesini görmek bana nasip olmadı. Sadece 24 saatlik bir seyahatim’de Louvre görmek için vaktim olacağını düşünsem’de her resmi inceleyip gezmenin en az 3 ay süreceği bu müzeye giriş sırası ana baba günüydü.

70- Fakat Paris’in sürprizi bu blogun sıkı takipçisi Dilan ve erkek arkadaşı Ege ile beraber oturup sohbet etmekti. Ege Türev çok yetenekli bir müzisyen. Kendisinin son parçası “Summit Meeting” benim uçaklarda en yakın arkadaşım oldu. Dilan’da eğitimini Sorbonne da başarılı bir şekilde bitirmiş. Paris Turks in Tech’in süper bir üyesi.

71-Film Önerileri:

Oldboy (2003)– Acayip bir Kore filmi. Hikayesi başlangıç ve sonu beklenmedik (iyi anlamda)

Saltburn (2023)– Ana karakter’in oyunu acayip. Nasıl bir senaryo, nasıl bir film helal olsun Amazon (Amazon Yapımı) diyorum. –BAFTA FILM AWARDS 5X nominee

Iron Claw (2023)– Zac Efron’u seviyor muyum? Gıcık mı oluyorum bilmiyorum. Ama bu film’de içinden başka bir oyuncu çıkmış.

There will be Blood (2008)– Bu filmde Daniel Day-Lewis ne oynamış kardeşim. Zaten Oscar’ı kapmış bu filmde. Hikayesi tipik Amerikan filmi gibi başlarken hiç oralarda kalmayıp sizi tamamen içine çekiyor. Çok ilginçtir bir kaç film sonra Daniel Lewis erken yaşta emekliğe ayrılmış.-Oscar 2X Winner

72-Çok ilginç bir yalnızlık üzerine yazılmış kısa öykü kitabıni bitirdim. 22 tane yazar tarafından onların yalnızlık üzerine kendilerinin yalnızlık hikayelerini anlattığı The Lonely Stories ilginç bir kitap bakmanızı tavsiye ederim.

Aykut’tan Rastgele #7- Godfather, Philip Roth, Gibi, R.F. Kuang, Elia Kazan…

51- The Godfather kitabini bitirdim. Super oldu kitabi okumak. Film Serisi tabiki bir saheser fakat kitap’dan da baya bir not aldim. Ilerleyen gunlere aforizma olarak onlari burada ara ara madde olarak paylasmak istiyorum.

52- Philip Roth’dan Everyman romanini okudum. Bu romani nasil mi buldum? Menlo Park’da yeni kesfettigim Feldman’s Books‘da gezinirken. Everyman’i almistim eve koymustum. Bilen bilir sadece “fiction” kitaplarin hard copy’sini aliyorum. Evde kizima ufak bir hikaye, roman ve siir kitapligi kuruyorum yavas yavas. Babam ilerde ne okumus diye belki bakar, ilgisini ceker. Bu kitabi’da aldim ve koydum bir koseye. Sonra canim sikildigi bir vakit bir elime aldim, alis o alis. 2-3 saat’de bitirdim hepsini.

53- Gibi’nin yeni sezonu geldi, izlediklerimin arasinda en cok sevdigim bu sezon’da “Yokluk” oldu.

54- Arap kahvecisinde “Turkish Coffesini” bekleyen bir Amerikali-Cin’li arkadasin okudugu kitap uzerine basladigimiz sohbet sonrasinda basladigim Babel: Or the Necessity of Violence: An Arcane History of the Oxford Translators’ Revolution cok iyi gidiyor. 1830larin Oxford’u, Ingilteresi ve Ingilizlerin dunya hegomanyasini anlamak isterseniz cok iyi bir hikaye. Biraz gercek, biraz kurgu.

55-Kitabin yazari R.F. Kuang odullu, Yale & Cambridge mezunu ailesi ile 4 yasinda Cin’den Texas’a tasinmis bir gurbetci ailenin kizi. Ben normalde boyle yazarlar hic okuma(m)dim. Fakat acayip akici bir dille ve cok farkli bir yazim tarzi var.

56-A Married Woman (1964)– Bu film zamainin cok otesinde bir film. Bir sekilde izlenmesi gerekenler listeme girmisti, yari film yari belgesel gibi.

57-Jean-Luc Godard’in diger filmleride listemde. En guzeli Fransiz filmlerini yazin bir guney fransa ve paris arasinda gecirilen bir seyahat’de bitirip, filmlerin eski ve yeni fransasini yasamak. Ilginc bir proje olur. Belki aynisini baska ulkelerde de yapilir ne dersiniz?

58-Smoke Sauna Sisterhood (2023)- 2023’de kazanmadik odul birakmayan bir Belgesel. Hikayesi ve mesajlari cok derin. Bence yetiskin her kadinin izlemesi gerekiyor. Tabiki erkekler’de izlese super olur.

59- Kayserili meshur Hollywood Film yapicisi ve yonetmeni Elia Kazan’in hayat hikayesi “A Life” son zamanlarda beni bu kadar kendine ceken ve dusunduren bir biyografi olmadi.

60- Amerika, Anadolululuk ve Girisimci olmasi en basta ortaya cikan ilk 3 ortak ozelligimiz.

61- Elia Kazan’in ailesinin Kayseri’den Amerikaya gelme hikayesini anlattigi “America, America (1963)” filmi listemde vakit bulur, bulmaz izlecegim. Bu film icin Elia Kazan kitapta bahsettigi uzere yaklasik 50 kusur yil sonra ilk defa dogdugu Istanbul’a ve babasinin memleketi Kayseriye ziyaret etmis film oncesi.

————-

Gelecek Rastgele’de daha cok Elia Kazan konusacak gibiyiz. Varsa izlediginiz film, kitap ve muzik lutfen yorumlarda paylasmayi unutmayin. (eger bu bulteni email olarak aliyorsaniz yazinin basligina tiklayip, websitesinden yorum birakabilirsiniz)

sevgiler

aykut

Aykut’tan Rastgele #6

41- Tate Modern’e sonunda gittim. Muhtesem bir yer. Sadece burasi icin bile Londra’da yasanir. “Capturing the Moment” sergisi tek kelime ile vurucuydu.

42-Picassolar buyuluyeciydi. Le Marin’i keske evimin bir kosesini suslese:)

43- Le Marin bu arada 2018’de 70 Milyon Dolarla satisina konulurken hasar gormus. Ben hasarli haline de talibim:)

44- Gecen haftaki Londra is seyahatim’de ayni zamanda National Gallery’de ilk defa bu kadar Monet ve Rembrandt gordum. Rembrandt’in 34. yasinda kendini cizdigi portresi bana cok dokundu.

45- Monet’in de Bathers at La Grenouillère ve Snow Scene at Argenteuil ‘de epey vakit harcadim.

46- Dumb Money (2023)– Guzel film. Hepimizin COVID doneminde icinde bulundugu zamanlardaki bol paranin ve RobinHood ile gelen stock sevdasini ele alan bir film. Bende bir 5-10 kagit neden ateslemedim GameStock’a diye dusunmedim degil.

47- Past Lives (2023)– 12-13 yasinda Kore’den ayrilan iki arkadasin 20 yil sonra New York’da bulusmasi. Ozellikle Kore kulturel normlarda Turkiyeye cok benzeyen bir ulke. Acikcasi bu film benzer hikayesinin Turk versiyonu olsa ben izlerim.

48- Selcuk Altun’un tavsiyesi ile daha once de gittigim Daunt Book Store‘a yeniden gittim. Marylebone’da o kadar sik magaza ve cafelerin arasinda cok orijinal bir mekan. Ozellikle kucuk merdivenlerle cikilan ust kati kesinlikle benim favorim.

49- Londra’da yasiyorsaniz ya da ziyaret ediyorsaniz bir yazar soylesine denk gelmelisiniz burada, onumuzdeki gunlerde ki etkinlikler burada

50- Sevgili Osman’in hediyesi olan Godfather’i bu aralar okuyorum. Herkes gibi bende filmleri birkac defa izledim. Fakat kitap cok akici. Tesekkurler yeniden Osmancim.

Aykut’tan Rastgele #5

32- Emily Esfahani Smith’in “Hayatta Mutlu Olmaktan Çok Daha Fazlası Var” adlı TED Konuşmasını dinledim. Hayatın anlamını bulmanın, ya da daha doğrusu anlamlandırmanın mutlu olmaktan daha değerli olduğunu söylüyor. Bence de haklı. Onun da değindiği gibi, hayat seni kabul eden, seni çekip çevreleyen ve senin de onlara yardım ettiğin bir grupla anlam kazanıyor. Benim yazılarım mesela, benim hayatımı daha anlamlı kılıyor. Sizinkiler neler, bir düşünün.

33- Leylak (2021) adlı kısa filmi izledim. Çok dokunaklı. COVID’in Amerika’da yaşayan gurbetçi bir Türk ailesine yaşattıkları. YouTube’dan ücretsiz izleyebilirsiniz. (17 dakika)

34- Elon Musk’ın biyografisini bitirmek üzereyim. İzlenimlerimi ve yorumlarımı X üzerinden paylaştım.

35- Beyti Engin’den Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiiri, sanırım en sevdiğim seslendirilmiş şiirlerden birisi.

36- Uçakta Mahsun Kırmızıgül’ün Prestij Meselesi (2023) filmini izledim. Oğlu Mahmut’un babasını canlandırması çok şahane olmuş. Instagram’dan Mahmut’a film hakkındaki yorumlarımı yazdım, sağ olsun geri dönüş yaparak beğenmeme sevindi.

37- Selçuk Altun’la yüz yüze buluştuk geçen hafta İstanbul’da. Beraber çay içip, kitaplar ve hayat hakkında konuştuk. Sonrasında beni ofisine davet etti ve bana hazırladığı okuma listesini paylaştı. Hayat çok garip. Bir şeyi çok istersen, bir şekilde çekim yasası ya da neyse adı onun seni bir şekilde ulaştırıyor. Ama çok istemek lazım, işin sırrı bu.

38- Uçakta mutlaka oku diye “Bizans Sultanı”nı diye yeniden tembihledi. Bende İngilizcesi olduğunu söylediğimde çıkartıp bir tane Türkçesini verdi ve onu da imzalamayı unutmadı.:)

39- Bizans Sultanı‘nı bitirdim. Şahane bir kurgu. Bizans kültürü, İstanbul’un fethi öncesi ve sonrası için adeta bilgi taşan bir roman.

40- Mission: Impossible – Dead Reckoning Part One (2023) filmini izledim. Tom Cruise sonunda yaşlanmış, bu filmde çok belli. Dövüş sahneleri çok yapmacık, hikaye zorla gidiyor. Yani uçakta can sıkıntısından izlenecek bir film.

——-

Yorum, fikir ve önerilerinizi (kitap, film, müzik vb) bekliyorum.

Aykut’tan Rastgele #4

31- Ortalama 60-70 film izlemişim bu sene. Genelde Prime Video’dan izliyorum ya da kiraliyorum. Bunların içine uçakta izlediklerimi saymıyorum. Ara sıra Netflix ve sinemada izlediklerim de yok. Gerçi, bu sene sanırım sinemaya sadece Oppenheimer için gittim. Artık sinemaya gitmek neredeyse bitti benim için. Vizyon filmlerinin üzerinden biraz zaman geçip yorumlarına bakıp izliyorum. Ya da eski filmleri izliyorum. Çoğu zaman filmleri genellikle çok alakasız zamanlarda oturup bilgisayarımdan izliyorum.

Gelelim Benim 2023 Top 20 Filmime:

The Last Duel (2021) – Adam Driver’ı seviyor muyum, yoksa gıcık mı oluyorum, bilmiyorum ama Matt Damon’la olan bu filmi 2 defa izledim. Ben Affleck de bu filmde fena değildi.

Leviathan (2014) – Orijinal bir Rus filmi. 2015 Oscar Yabancı Film Kategorisinde aday gösterilmiş.

Anna (2019) – Casus filmlerini seviyorum. Özellikle Rus ve Amerikan çifte ajanlar.

A Million Miles Away (2023) – Gerçek bir hikaye. Meksikalı bir astronotun zorlu NASA’ya girişi ve yolculuğu.

No Country for Old Men (2007) – Bir Javier Bardem hayranı olarak bu filmi ikinci defa izledim ve bu sefer daha dikkatli izledim. Oscarlı bir film.

Inside (2023) – Sanırım beni bu sene en çok etkileyen film bu olabilir. Willem Dafoe müthiş oynamış. Çok iyi bir hikaye. Anlatmayacağım, izleyin.

Stagecoach (1939) – İki Oscarlı bir başyapıt. Bir kitapta ismi geçtiği için izledim.

Allied (2016) – Diğer bir favori oyuncum Brad Pitt’ten bir ajan hikayesi. Marion Cotillard’a Inception’dan sonra hayran olmuştum. Bu filmde de çok iyiydi.

Only God Forgives (2013) – Asya’da Amerikalı ve Avrupalıların başından geçen hikayeler bana çok ilginç geliyor. Ryan Gosling başrolde.

Cool Hand Luke (1967) – Hapishane ve kaçış filmleri de ilgi alanlarıma giriyor. Bu Oscarlı film harika.

Land (2021) – Bu senenin diğer favorilerimden biri. Sarah Dawn Pledge’e House of Cards’ta hayran olmuştum. Kişisel yolculuk temalı filmleri çok rahatlatici buluyorum.

The Fly (1986) – Bu filmin hikayesi çok ilginç. Nejat İşler, bir YouTube kanalında muhabbet esnasında anlatmıştı. İzledim, zamanının güzel bir bilim kurgu filmi.

The Captain (2018) – Nazi ve İkinci Dünya Savaşı temalı bir film. Seviyorsanız kaçırmayın.

Dog Day Afternoon (1975) – Al Pacino’nun nadiren izlemediğim bir filmi. Sonu böyle bitmemeliydi. Gerçek bir hikayeden esinlenilmiş ve Oscarlı.

Triangle of Sadness (2022) – Hikaye çok etkileyici. Sonu çok süprizli. Üç dalda Oscar adayı.

Infinity Pool (2023) – Dünya zenginlerinin cenneti tadında bir bilim kurgu. Para ile ne satın alabilirsiniz?

The Salesman (2016) – Beni derinden etkileyen bir İran filmi.

The Fabelmans (2022) – Spielberg’in hayatını çok yalın ve gerçeğe yakın bir şekilde anlatan, iki Golden Globe kazanmış bir Spielberg filmi.

Listemi Pazar’a yetiştirmeye çalıştım ki hafta sonu bitmeden belki arasından birini seçip güzel zaman geçirirsiniz diye.


Sizden de film yorumlarınızı bekliyorum.

Yorum yapmak için tıklayın.

Aykut’tan Rastgele #3

22- Bu hafta “Botticelli Drawings” sergisine gittim. San Francisco’daki Legion of Honor Müzesi, çoğu insanın bu şehri sevmesinin en önemli sebeplerinden biri. Bir müze bir şehri sevdirebilir mi? Bence evet, sevdirebilir. Botticelli’nin hayatı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sergi videosu, sergiye girmeden önce arkasındaki hikayeyi anlatan yaklaşık 18 dakika süren bir Netflix şaheseri gibiydi. Benim gibi Floransa’yı da görmemiş biri olarak, Botticelli’nin tüm eserleri ile birlikte Floransa’yı görmek ve keşfetmek isteğim oluştu.

23- Ben kısa hikaye çok severim. Özellikle dinlersem daha da mutlu olurum. Burak Askin’in hazırladığı ve seslendirdiği Sesli Kitap Dünyası muazzam bir içeriğe sahip. Story Tel’de bu içeriklerin çoğu yok. (paralı bir üyesi olarak söylüyorum) Neden mi? Sebebi diğer maddede.

24- Anton Çehov’dan “Boğulan Adam”ı dinledim ve kendime gelemedim. Burak Askin ne kadar güzel seslendirmiş, özellikle hikayenin sonunu. Kendisini direkt Instagram’dan buldum ve teşekkür ettim. Sağolsun, cevap attı. Belki bir sohbet yaparız yüz yüze ya da online ilerde kendisi ile. Gelelim, neden bu kadar fazla içerik var YouTube ve Spotify sayfalarında? Çünkü çoğu hikayenin çevirilerini kendileri yapıyormuş (eşi de Felsefe eğitimi almış bir çizer).

25- Selçuk Altun’un iki tane imzalı kitabını (“Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir” ve “Kurşun Lezzeti”) Kaliforniya’da buldum.

Kitabın satıcısının notu: Association copy; inscribed by the author to Serendipity Books owner Peter Howard. Both the store and Howard are featured in the book. ‘To Mr. Peter B. Howard and Serendipity Books with gratitudes.

Serendipity Kitabevi’nin sahibi Peter Howard ölünce tüm değerli kitaplar açık artırma ile satıldı. Geri kalanının büyük bir kısmını da diğer büyük bir ikinci el kitapçısı Eureka Books satın aldı (Eureka‘yı da ziyaret için bir sebep çıktı).

26- Kısa hikaye denemem “Çorbacı’dan:

Nedense hep bir çorbacı arardı gönlü, özellikle çakır keyif geçen gecelerin sonunda. “Ah” derdi, “memleketteki gibi şöyle çorbacılar olsa, geceyi bitirirken içimiz ısınır.”

Devamını okumak isterseniz buradan devam edebilirsiniz (3 sayfa toplam).

Bu arada 5 dakika’da yazdığım bu hikayeyi hemen okuyup, yorum ve düzeltme yapan bu bültenin okuyucusu Akın Ersöz’e çok teşekkür ediyorum.

27- The Quiet American (2002)’i izledim. Bu film Graham Greene‘in meşhur romanından uyarlanmış bir film. 1958 versiyonu da özellikle Vietnam savaşının en hareketli zamanında çekilmiş. Asıl onu izleyip gerçek savaş zamanında ki Vietnam’ı görmek daha mantıklı olurdu. Ama 2002 versiyonu da fena değil. IMDB skoru 7, ben filmlere skor vermeyi sevmiyorum. Güzel bir aşk ve gazetecilik hikayesi.

28- Nobel kazanmış yazarların eserlerinin film uyarlamalarını izlemek gibi bir planım var. Nobel kazanan yazarların filmlerinin tüm listesini bir hayırsever Letterboxd’e koymuş (eksik gibi görünüyor ama iş görür).

29- En kötüsü bir kez haklı çıktım diye hep haklıyım sanmaktır. – José Ángel Valente (1929-2000)

30- Nina Simone’dan Don’t Let Me Be Misunderstood (1964) ile bülteni bitirelim. Ben bu versiyonu hiç duymamıştım. İyi dinlemeler.


Varsa yorum, fikir ve önerileriniz (kitap, film, müzik vb) bu yazının altına bırakabilirsiniz.