Kim bir ağaç dikerse,
Ölümsüzlüğe göz kırpar.
Alev alev açan orman kirazları,
İnsan övgüsünden habersizdir;
Saklı bir korudaki fındık ağaçları,
Ne kazığı ne küreği düşünür;
Georgian meydanlarındaki Londra çınarları,
Dualarında hamilerini anmaz;
Tohum ve filiz sebep aramaz,
Kabuk ve böcek alkıştan kaçar;
Yaprak ve sürgün borç bilmez,
Dal ve kök suskundur— fakat
Kuş koroları her sabah,
Birer methiye gibi şakır:
“Kim bir ağaç dikerse,
Ölümsüzlüğe göz kırpar!” (Felix Dennis- Whosoever plants a tree)
Yaklaşık 3 aylık bir aradan sonra yeniden merhaba.
Bu 3 ay çok hareketli geçti. Londra, New York ve Atlanta. Londra’da tabii ki yine Daunt Books’a uğradım. New York’ta ise acayip bir Michelin yıldızlı restoran gezilerim oldu, işlerin arasında. Bu yıl başında Londra’da bir Turks in Tech buluşması düzenledik. Her gittiğimiz yerde arkadaşlarımızla buluşmak, sektörden çok eğlenceli ve gelecek için de tabii ki çok umut verici. Hadi maddelere dönelim:
115 – Çok uzun yolculuklarda genellikle film izlemeyi tercih ediyorum. Uçakta izlediğim birkaç filmden bahsedeceğim.
116 – Outrun (2024), alkolik bir genç kızın hayatını değiştirmek için çabası, yaşadığı gelgitler ve sonunda başına gelenleri anlatan çok etkileyici bir film.
117 – Woman of the Hour (2023), yine bir kadın hikayesi. Aslında toplumsal bir erkek-kadın ilişkisini ve psikopat bir erkeğin neredeyse yüzlerce kadının hayatını nasıl etkilediğini anlatan bir film.
118 – 1-2 hafta önce ufak bir aram vardı SF’de. Hemen SF MOMA’ya gittim. Orada Amy Sherald’ın American Sublime sergisini gezdim. Günlük hayatın içinde gördüğü Afro-Amerikan insanları son dönemde siyaha yakın gri boya ile ele alıyor. İlk defa keşfettiğim biri. O kadar meşhur ve tanınan biri ki, Michelle Obama’nın da hakikaten çok doğal bir portresini çizmiş (o da sergideydi).
119 – Prens (2023) dizisinin ilk 2 sezonunu da uçakta giderken bitirdim. Daha fazla beklentim vardı ama dizi akıyor ve bölümlerin kısa olması gayet iyi.
120 – Succession’ı (2018) bitirdim sonunda. Son 2-3 bölümü yeniden izlemem lazım ama baba (Logan) bir şekilde çıkacak diye bekledim, çıkmadı
121 – Yeniden Sopranos (1999)’a başladım. Geçenlerde hastalandım, çok ciddi bir şey değil, evde kalıp bir şey izleme türünde bir hastalık. İlk izlediğimde de yaklaşık 5 sene önce yine böyle bir zamanda izlemiştim. Ama şimdi iyi ki 2. defa izliyorum, anlamadığım ya da kaçırdığım yerler varmış.
122 – Monsieur Hire (1989), normalde bana hitap edecek bir film değil fakat bazen eski böyle Fransız filmleri iyi gidiyor.
123 – The Reader (2009), Oscar’lı bir film. Titanic’in Kate Winslet’i çok iyi iş çıkartmış. Hikâye çok orijinal.
124 – Gladiator 2 (2024), izlenmeye değmez. Fakat sırf devam eden bir hikâye olduğu için muhakkak izlenmiştir. Rakamlarına bakmadım, nedir Box Office rakamları?
125 – Conclave (2024), son zamanlarda izlediğim en iyi film olabilir. Bence bu sene Oscar’ı alacak. 1 hafta var Oscar törenlerine, alırsa gelin buraya yorum yazın. Şu an Papa da hastayken bu film çok alakalı bir hikâye, yeni Papa kim olacak tartışmaları geçerken.
126 – Ve İnce Memed 4 biter. Beni bu şekilde sürükleyecek yeni bir Türkçe roman arıyorum. Sanırım Orhan Pamuk’un kitaplarına tek tek dalacağım. Varsa önerileriniz, bekliyorum.