Yaz gecesi parıldıyordu; tarlada ateşböcekleri ışıldıyordu.
Ve böyle şeyleri anlayanlar için yıldızlar mesajlar gönderiyordu:
Doğduğun köyü terk edeceksin
ve başka bir ülkede çok zengin, çok güçlü olacaksın,
fakat her zaman geride bıraktığın bir şeyi özleyeceksin,
ne olduğunu söyleyemesen de,
ve sonunda onu aramak için geri döneceksin. (Louise Glück, MidSummer)
97- Sonunda çooook uzun zamandır heybemde bulunan bir kitabı okudum/dinledim. Jack London’ın Türkiye dışında başka bir yerde bu kadar meşhur olmayan kitabı “Martin Eden’i” – neden bizim ülkemizde bu kadar çok biliniyor ve her zaman çok satanlar içinde diye düşünürken tabii ki kendimi yeniden bir “rabbit hole” mahpus eyledim 🙂
98- Eğer Jack London’ı merak edip hayatını, kitaplarını ve özellikle Martin Eden analizini izlemek isterseniz ilk başta bu videoyu (Levent Cinemre Martin Eden’i Türkiye’de geniş kitlelerle buluşmasını sağlayan çevirmen) izleyin. Sonra kitaba dalın derim. Martin Eden, her yaratıcı, girişimci ya da farklı şeyler yapmak isteyen insan için mutlaka okunmalı/dinlenmeli.
99- Sonra Selçuk Altun hocamla konuşurken, bana yeni bir kitap yazdığını belirtti. (Aramızda kalsin, kimse duymasın, bu blog’u okuyanlar dışında:) – Sonrasında da Werner Herzog’u duydun mu Aykut dedi? Dedim hocam biyografisini aldım ama okuyamadım, sen oku onu konuşalım dedi. Tamam dedim, biyografiye devam ettim.
100- Sonra bana Herzog’un Fitzcarraldo (1982) filmini izledin mi dedi? Yok dedim ve aynı gün izledim. Acayip bir film, Biz Fatih Sultan Mehmet’in torunları olarak zaten alışığız karadan gemi yürütmeye ama Peru Amazonu’nda yerlilerle, ormana Opera getirmek isteyen “deli” bir adamın nasıl karadan gemi yürüttüğünü anlatan bir şahaser.
101- Sonra ben Werner Herzog hastalığına tutuldum. Ne var ne yoksa hakkında izledim, okumaya başladım. İzlediğim diğer bir filmi ise Aguirre, the Wrath of God (1972) – eleştirmenlere göre en başarılı filmi. Bu da tam anlamıyla “mind fuck” derecesinde bir film, anlatılmaz, izlenir.
102- Herzog aynı zamanda acayip bir belgesel yönetmeni. İzlediğim belgesellerinden birkaçı: Grizzly Man (2005), Happy People: A Year in the Taiga (2010), Tüm Filmleri ve Belgesellerini buradan görebilirsiniz. Aynı zamanda opera yazan/yöneten, oyuncu, yazar… daha neler neler… Sanırım anlıyorum nasıl bir karakterden etkilenecek Selçuk hocam.
103- Sonra geçen sayıda Erje Ayden’i okuduğumu söyleyince bana sağolsun Erje Ayden’in ölümünden sonra Selçuk hocaya teslim edilmek üzere gönderilen notlarından oluşturulan bir nevi biyografik bir romanı bana hem de adresime kendi elleriyle postaladı. Üsküdar’daki Teyzemiz. Kitabın hikayesi ve konusu için buradan detaylı bilgi ( Beat Kuşağı’nın tek Türk temsilcisi bir ajan mıydı?) edinebilirsiniz. Erje Ayden, nedense belki de yeni okuduğumdan dolayı mı olabilir bana Martin Eden’in kitap yazmak için çektiği çileler, yaşadığı her türlü rezilliklerden dolayi birbirine benzer hayatlar yaşadıklarını hissettirdi.
104- İnce Memed, İnce Memed…
Ne diyeyim ki… Ne söyleyeyim sizlere.
Neden bunca zaman bekledim, neden okuyamadım bilemiyorum ama. İnce Memed 2’yi bitirdim, 1’den sonra yağ gibi aktı. 3’ü de bitirmeye, okumaya kıyamıyorum. Sanki bir daha elinize denk gelmeyecek bir nadide parfüm gibi koklayıp, sıkmaya çekiniyorum. Her gün en fazla 10 sayfa okuyup bırakıyorum.
Ince Memed’i tek geçerim, gelmiş geçmiş beni: “tamam abicim bu kitap için Türkçe öğrenilir” dedirtecek bir kitap.
105- Orhan Pamuk’a sonunda şans verdim, Storytel’den çooook uzun sürse de (1.5x ile dinledim) sonunda Masumiyet Müzesi’ni bitirdim. Yani müzeyi çok merak ediyorum, inşallah en kısa zamanda Osman ile ziyaret edeceğiz. Kitapta geçen aşka saygı duymakla beraber iyiki 20’li yaşlarda okumamışım diyorum 🙂
106- Son olarak yeni bir Teoman röportajını size hediye ederek ayrılıyorum bu sayıdan. (Sayın Bay Rock Yıldızı kitabini da en kisa zamanda okumak istiyorum)
————-
Çok bereketli bir zaman geçirdim, 10. sayıdan bu yana fakat kısa tutmak için diğer okuduğum, gezdiğim ve izlediklerimi bu kadar zaman beklemeden en kısa zamanda paylaşmak dileğiyle.