Aykut’tan Rastgele #8- Bolero, Mallorca, New York, London, Istanbul…

62-“Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz tablolar, dinleyip unuttuğumuz müzik ve yürüdüğümüz yollardan ibaretiz”- Sergio Pitol ( 1933-2018)

63-Maurice Ravel’in Bolero’sunu dinlemediyseniz çok şey kaçırmışsınız hayatta. Ben sanki bir şekilde aşina idim bu şahesere fakat bilinçli ve bilerek ilk defa dinledim yakın zaman önce.

64- Bolero’un ve Ravel’in hikayesini öğrenmek isterseniz Classics Explained kanalının bu videosunu tavsiye ederim.

65- Son Rastgele’den sonra Londra, Mallorca, Fethiye, İstanbul, New York, Paris ve Cannes’a gitmişiz. Şehir listesinden de anlaşılan baya ortaya karışık bir cümbüş havası. Londra bana çok iyi geliyor hep. Ailecek gezip göremediğimiz bir National History Museum oldu. Tabii ki benim kalabalık ortam sevmeyen hallerim sayesinde Pia ile 165 milyon yıllık Dinozor tarihini 15-20dk’a sığdırdık(m).

66- Mallorca’da çok anlatılacak bir şey yok. Fakat Soller şehri çok ilginç bir manzarayla karşıladı bizi. Her yer Kırmızı Beyaz Hilal bayrakları ile donatılmıştı. Bize bu kadar karşılama gerek yok derken, aslında o haftanın Soller şehrinin bir haçlı seferinde Müslüman ordularını yenmesinin kutlama haftasına denk geldiğimizi anladım. Fakat çok eğlenceliydi. Bu arada hayatımda yediğim en güzel Kalkan balığını da burada yediğimi eklemekten geçemeyeceğim.

67-Mallorca aynı zamanda dünya çapında ünlü Rafael Nadal’in memleketi. Her yerde Nadal okullarının reklamları bilboardları süslüyordu. Aynı zamanda Rafael Nadal’in böyle bir adada büyüyüp derin sudan korktuğunu fakat en sevdiği hobisinin tek başına uzun saatler balık tutmak olduğunu öğrendim. ( wikipedia çukuruna düşüp her şeyi detaylarına kadar okuyan var mı benim kadar emin değilim.)

68- New York çok iyiydi. Turks in Tech buluşmasını gerçekleştirdik yeniden. New York’a her gidişimde bana nedense bir Ankara havası veriyor. Belki yazlarının çok sıcak ve kışlarının çok soğuk olması. Ya da şehir hayatı, yürümenin en azından benim çocukluk Ankaram’da ki gibi olması halleri mi ki? (Seyranbağları-Kızılay-Tunalı)

69-Paris’te bu sefer’de Louvre müzesini görmek bana nasip olmadı. Sadece 24 saatlik bir seyahatim’de Louvre görmek için vaktim olacağını düşünsem’de her resmi inceleyip gezmenin en az 3 ay süreceği bu müzeye giriş sırası ana baba günüydü.

70- Fakat Paris’in sürprizi bu blogun sıkı takipçisi Dilan ve erkek arkadaşı Ege ile beraber oturup sohbet etmekti. Ege Türev çok yetenekli bir müzisyen. Kendisinin son parçası “Summit Meeting” benim uçaklarda en yakın arkadaşım oldu. Dilan’da eğitimini Sorbonne da başarılı bir şekilde bitirmiş. Paris Turks in Tech’in süper bir üyesi.

71-Film Önerileri:

Oldboy (2003)– Acayip bir Kore filmi. Hikayesi başlangıç ve sonu beklenmedik (iyi anlamda)

Saltburn (2023)– Ana karakter’in oyunu acayip. Nasıl bir senaryo, nasıl bir film helal olsun Amazon (Amazon Yapımı) diyorum. –BAFTA FILM AWARDS 5X nominee

Iron Claw (2023)– Zac Efron’u seviyor muyum? Gıcık mı oluyorum bilmiyorum. Ama bu film’de içinden başka bir oyuncu çıkmış.

There will be Blood (2008)– Bu filmde Daniel Day-Lewis ne oynamış kardeşim. Zaten Oscar’ı kapmış bu filmde. Hikayesi tipik Amerikan filmi gibi başlarken hiç oralarda kalmayıp sizi tamamen içine çekiyor. Çok ilginçtir bir kaç film sonra Daniel Lewis erken yaşta emekliğe ayrılmış.-Oscar 2X Winner

72-Çok ilginç bir yalnızlık üzerine yazılmış kısa öykü kitabıni bitirdim. 22 tane yazar tarafından onların yalnızlık üzerine kendilerinin yalnızlık hikayelerini anlattığı The Lonely Stories ilginç bir kitap bakmanızı tavsiye ederim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *